ELİF ÖZGE
Sanatın; izleyiciye bir şeyler anlatma amacı, kısa süreliğine de olsa bir durumu sorgulatma rolü var mıdır sorusunu merkeze alarak, bir meselesi ve duruşu olan işlerin insanları daha çok etkilediğini gözlemliyorum ve buna inanıyorum. Bu tiyatro sezonunda da bir mesajı olduğunu düşündüğüm Lampedusa oyununu okuduğumdan beri sahnede görmeyi sabırsızlıkla bekliyordum. Bu sezon prömiyer yapan, Versus Tiyatro bünyesinde çıkan oyun, Harold Pinter Ödüllü aktivist İngiliz yazar Anders Lustgarten’in kaleminden. Türkçeye ise ilk defa Hira Tekindor tarafından çevrilen oyun, Kayhan Berkin’in yönetmenliğinde, tek bir adanın hikâyesiyle tüm insanlığın yüzleştiği problemleri aktarıyor.
Oyun, iki karakterle, İtalya’nın güneyinde Akdeniz adası olan Lampedusa’da ve Londra’da, eşzamanlı olarak anlatılıyor. Adada yaşayan, eskiden balıkçılık yapan Stefano (Cem Zeynel Kılıç), İtalya sığınmacıları caydırmak için kurtarma operasyonlarını azaltınca, Lampedusa’ya varmaya çalışırken batan teknelerde hayatını yitiren, binlerce göçmenin cesetlerini denizden toplama işine giriyor. Denise (Özlem Öçalmaz), Londra’da okurken aynı anda borç takip görevlisi olarak çalışan biri. Sosyo ekonomik sıkıntıların, etnik kimlik problemlerinin, Avrupa sığınmacı krizinin, yaşam hakkına eşit ulaşımın ve iş hayatında yüzleşilen cinsiyet ayrımcılığının konu edildiği oyun; Denise ve Stefano’nun monologları çevresinde bir saat sürüyor. İki karakterin birbirinin varlığından haberdar olmadan seyirciye açılan oyun, ara ara karakterlerin minik temaslarıyla iki farklı hikâyenin birbiri içine yakın ilişkisi ile çözümleniyor.
Oyunun sonlarına doğru seyircinin taşındığı duygu merkezi ise umut. Yozlaşmış siyasi sistemi ve karakterlerin kendi jestleriyle dile getirdiği öfke, çaresizlik duygusu ile anlatılmaya başlıyor. Daha sonra ise Lustgarten metni, umut duygusunun merkezine alıyor ve burada yazarın mesajını etkili biçimde yorumlayan yönetmen seyirciyi hem gerçekle hem de mizahla birleştirerek çaresizlik hissi içinde bırakmadan farkındalık noktasına taşıyor.
Anders Lustgarten’in, küresel düşünüyor olması ve uluslararası önemi olan bir konuyu insanın kendisinden uzaklaştırmadan direk ilişkilendirmesi, sahnede izleyiciyi yabancılaştırmadan konunun içine kolayca alıyor. Yoksulluk ve çaresizlik temalarının etrafında şekillenen olaylar kurgusunda çarpıcı olan; oyunun, karakterlere yüce soyutlamalar değil, somut bir gerçeklik verme yeteneği.
Kayhan Berkin’in sahne tasarımcısı olarak da yer alması, yönetmen olarak hikâyeyi anlatmayı kurguladığı fiziksel dili de kolayca canlandırmasını sağlıyor. Oyun süresince sunulan basit aksesuarlar, hikâyenin yoğunluğunun yanında, oyuncuların derdini seyirciye yumuşatarak aktarıyor. Temel tiyatro ışığında spotların merkezde olduğu, dekorun ise iki karakteri fiziksel olarak ayırdığı ve aslında birleştirdiği, LED tasarımlı daireler, görsel kirlilik yaratmadan izleyicinin o anda kalmasını sağlıyor. Oyunun tamamına hâkim olan, gri alanın varlığı; sahne tasarımında ve kostümlerde de tercih edilen renklerle seyirciyi de aynı duygu frekansına getiriyor.
Cem Zeynel Kılıç, minimal aksesuarlarıyla anlattıklarının görselliğini başlatıp hikâyesinin geri kalan kısmını seyirciye bırakarak oyunculuk ve anlatım ile aradaki ilişkiyi başarılı bir dengede bırakıyor. Kılıç oyun süresince oturduğu ahşap sandalye de sabit kalırken daha çok hitabeti ve jestleri ile derdini anlatıyor. Tonlamaları, seyirci ile göz teması, minimal aksesuarlara ilişkisi adadaki durağan hayatı seyirciye geçiriyor.
Özlem Öçalmaz ise oyun süresince hareketli, dairenin içinde aktif olarak yer değiştiriyor, şehir hayatını bir telaş içinde, mesleğini, kavgasını, umutsuzluğunu her hareketi ile filtresiz anlatıyor. Üstündeki pardösüsü Londra’ya izleyici götürmek için yeterli oluyor. Gözleri, beyaz spotlarda acımadan açılıyor seyirciye doğru. Oyuncu mimiklerini öyle hâkim kullanıyor ki kızıyorsa sözleri, gözleri de kızıyor gerçekten. Gözbebekleri suçluyor sizi de tüm sistemi sorgularken. İşte bu anlarda çıplak oyunculuk ile büyük büyük cümleler bir anda geçiyor seyirciye.
Monologlarla ilerleyen oyunda Denise ve Stefano’nun çaresiz hayatları dert vermiyor da sorgulatıyor, fark ettiriyor kapı dışında neler olduğunu. İnsan temasının güçlü ifadesini ve anlaşılmanın önemini. Öğrendiklerimiz ve anlatılanlarla dışarda olup bitenlerin ne kadarını bildiğimizi?
“Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur.
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir.
Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz.
Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz.
Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur.
Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır.”
Dönem dönem toplumların konuştuğu; ana akım medyanın sıklıkla yer vermekte kaçındığı, ancak sosyolojik öğelerle toplumların açıkça yüzleştiği, otoriter aktörlerin ise ancak gündelik hayatın akışını da müdahale gerçekleştiği noktalarda konuya dahil olduğu problemler, aynı dönemde sanatın ana malzemesi, konusu ve çoğu zaman çıktısı olarak konumlanır. Sanat üreticisi politik veya sosyolojik olarak sıkışık hissettiği toplumsal meseleyi kendi diliyle aktarır. Sanat deneyimleyicisi ise, özellikle o döneme ait bu problemin işlendiği sanatsal ürünün varlığıyla konuyu tekrar farkeder, ve çözüm önerilerini kendi içinde sorgular. (Yada bazen sadece o anda mevcut eserden keyif alır. ) Lampedusa’nın merkezinde olan kitlesel göç problemi son yüzyılın en önemli problemlerinden biri ve belki de bu yüzyılın oluşturduğu sistemin neticesidir. Yerel basında “Suriyeliler Problemi” adı altında çıkan yüzlerce haberden çok azı sınırı geçmeye çalışırken hayatını kaybedenleri anlatmaktadır. Problemin varlığı, ancak göçmenlerin şehir hayatında ve haklarının olmadığı alanlarda görünür olmaları ile ifade edilmektedir. Azınlıkta olan bir insan grubunun dünyanın herhangi bir noktasında barınmasının, çoğunlukta olan insan grubu tarafından problem olarak nitelendirilmesi, çok kaygan, acımasız, ve empatiden yoksun bir yaklaşımdır. Sayılar aslında aynı soruyu merkeze alır; Öğrendiklerimiz ve anlatılanlarla dışarda olup bitenlerin ne kadarını bildiğimizi?
Sadece Akdeniz’de Boğularak Ölen Mülteci Sayısı: 2014 yılı: 3 bin 279 / 2015 yılı: 3 bin 771
/ 2016 yılı: 3 bin 521 / 2017 yılı: 2 bin 993 / 2018 yılı: 2 bin 275
Lampedusa
yazan: Andres Lustgarten
çeviren: Hira Tekindor
yöneten: Kayhan Berkin
ışık tasarım: Utku Arslan
oynayan: Cem Zeynel Kılıç, Özlem Öçalmaz
asistan: Çağla Eybek, oyun fotoğrafları: Aydan Çınar
yapım sponsoru: Bozcaada Belediyesi, yürütücü yapımcı: Yasin Özcan
prova sponsorları: Uniq Entertains, Müfit Aytekin Atölye, Kadıköy Boa Sahne
yapım: Versus, oyun süresi 60 dk.
Comments