
Brecht’in; Epik Tiyatro adlı eseri öncelikle epik kavramından yola çıkarak bir tanımlama anlayışının altını çizmeye çalışır. Dünya savaşını izleyen ilk on beş yıl kimi Alman tiyatrolarında açık seçik hikaye edici ve betimleyici bir nitelik taşıdığı, projeksiyonlardan ve açıklayıcı korolardan yararlandığı için epik adı verilen nispeten yeni bir oynayış biçiminin denemeleri yapılmıştır. Pek de basit sayılamayacak bir tekniğe başvurarak oyuncu oynadığı kişiyle arasına belli bir uzaklık koyuyor, çeşitli durumları seyircilerin eleştirilerine olanak sağlayacak bir görüş açısına sokuyordu. Epik tiyatronun savunucuları, yeni konuların, yani günümüzde alabildiğine gerginleşmiş toplumsal sınıf çatışmalarına ilişkin pek karmaşık süreçlerin yeni yöntemle sahnede kolay canlandırılabileceğini, çünkü toplumsal olguların nedensellik ilişkisi içerisinde ancak epik yoldan yansıtılabileceğini ileri sürmekteydi. Ne var ki, ilgili denemeler estetik karşısına hatırı sayılır bir yığın güçlük çıkartmaktaydı. B kavramların yerellikle kuracağı bağın da tatmin edici bir seviyeye ulaşması ve köşe başı tiyatroları denebilecek yapılara sirayet etmesi gerekiyordu.
Geleneksel tiyatronun ana özelliklerinden sayılan yanılsamanın köşe başı sahnesinde yer almayışı, kesin önem taşır. Köşe başı anlatıcısının anlatısında bir yineleme karakteri vardır. Olay geride kalmıştır ancak şimdi de bir yinelemesi yapılmaktadır. Nasıl ki köşe başı sahnesi anlatı niteliğini saklamazsa kendine onu örnek alacak tiyatro da tiyatro niteliğini saklamaya çalışmaz. Oyunun prova öğesi, metinsel ezber öğesi, kısaca tüm mekanizması ve oyunu seyirci karşısına çıkarmak için yapılan tüm hazırlık, bütün çıplaklığıyla serilir göz önüne. Bu durumda sahnelenen gerçeğin yaşanmasından artık söz açılamaz.
Brecht; ardından bu kavramlarla tanıtlamaya çalıştığı epik tiyatroda yabancılaştırma efektinden (Y- efekti) söz açar. Sahneye çıkarılacak olayların bir göze batıcılıkla donatılmasını, kendiliklerinden anlaşılmayıp bir açıklamayı gerektirdiklerinin belirtilmesini ve seyirciler tarafından doğal karşılanmalarının önlemlenmesini sağlayan efektler olarak tanımlanabilir. Amaçları seyircide toplumsal açıdan verimli bir eleştirinin etkin duruma geçirilmesidir. Ardından Brecht’in Çin tiyatrosunda bu yabancılaştırma efektlerinin nasıl kullanıldığı ile ilgili kronolojik bir metni devreye girer. Bu bölümle ilgili önemli atfedilebilecek bir yerde geçen ifadeye göre oyuncunun kendi kendini seyredişi yapay ama artistik öz yabancılaştırma seyircinin bir özgeçiye değin varan tam bir özdeşleşme içine sürüklenmesini engeller, sahnedeki olaylar ile seyirci arasında istenildiği gibi bir uzaklığın doğmasını sağlar. Ama yine de seyircinin yaşantı birliğinden vazgeçilmez, ne var ki onun kendisiyle özdeşleştiği oyuncu bu kez kendi kendini gözlemleyen biridir, böylelikle izleyicinin; seyir ve gözlem konusundaki tutumu eğitilir. Brecht’e göre Çin tiyatrosunda yabancılaştırma efektine bir yerden bir yere taşınabilir teknik bir öğe, Çin tiyatrosundan koparılıp alınabilir bir sanat deyimi olarak bakmak pek kolay değildir. Çin tiyatrosu bizlere yapmacık gelmekte, insan tutkularının oyunlaştırılması şematik, toplum anlayışı donuk ve yanlış görünmektedir. Yani ilk bakışta, gerçekçi ve devrimci bir tiyatroda yararlanılacak bir yanı yok gibidir. Çin tiyatrosunda başvurulan yabancılaştırma efektinin neden ve amaçları ise bizim için yabancıdır, bizde kuşu uyandırır diyen Brecht bu konudaki tutumunu net bir şekilde ortaya koymuştur.
Kitabın diğer bölümünde Brecht; eğlendirici tiyatro ve öğretici tiyatro tartışmasına gire ve bu tip tiyatro anlayışlarının yapısal özelliklerini masaya yatırır. Ardından da tiyatro ve bilim ilişkisinin izini sürer. Schiller özelinden epik tiyatronun ahlaksal bir kurum olmaklığını ve karşıtlığını dile getiren Brecht bu bölümde son olarak epik tiyatronun her yerde uygulanıp uygulanmayacağı sorularına yanıt arar. Epik tiyatronun bir ülkede uygulanması teknikte belli bir düzeye erişilmesinden başka yaşamsal sorunların açıkça tartışılarak çözüme ulaştırılması için toplumda güçlü bir ilginin uyanmasına ve ters doğrultudaki tüm eğilimlere karşın bu ilginin sürdürülüp elden çıkarılmamasına bağlıdır.
Diğer bir bölümde ise Brecht’in modern kavramını tanıtladıktan sonra modern tiyatronun epik tiyatro olacağı fikriyle karşılaşırız. Burada önemli olabilecek bir ayrım listesi yaparak dramatik tiyatro ile epik tiyatroyu birbirinden ayırır. Bu ayrımı müzik ve dekor yorumlamaları bağlamında da temellendirmeye çalışır. Sonra da sahne sanatlarında özdeşleşmenin işlevi üstüne tezlerini sıralar. Daha sonra Aristotelesçi olmayan oyun sanatının sınırlarını çizmeye çalışarak Aristotelesçi olmayan, yani özdeşleşmeyi kendine amaç edinmeyen bir oyun sanatının nelerin üstesinden gelemeyeceğini saklamanın bir anlamı yok der ve buradan deneysel tiyatronun tanımlamasına geçer.
Sahneden kendilerine sunulan oyunla seyircilerin en azından birbirine düşman iki toplumsal kampa bölündüğü, dolayısıyla ortak bir sanat yaşantısının sağlanamadığını belirten Brecht; öğrenmeden duyulan haz, seyircilerin toplumsal konumuna bağlıdır, Sanattan duyulan haz ise politik bir tutum işidir ve seyircilerin böyle bir tutumu benimsemesi provokasyon yoluyla sağlanabilir. Ama seyircilerin politik bakımdan bizlere ayak uydurabilen bölümünü bile dikkate alsak eğlendirme gücüyle öğretici değer arasındaki çatışmanın nasıl sivri boyutlara ulaştığını gözlemleyebiliriz. Seyirci karşısına çıkarılan düpedüz belirli yeni öğrenme biçimi eskinin eğlenme biçimiyle bağdaşmamaktadır diyen Brecht’e göre denemelerin daha ileriki bir evresinde, öğretici değerdeki güçlenmelerin eğlendirici değerde güçsüzleşmelere yol açtığı saptanmıştır. Bunun tersi olarak da, duygusal oyundan kaynaklanan majik öğeler, sahnelenen oyunun öğretici gücünü hep zayıflatmıştır. Brecht’e göre seyirciler duygusal yanlarından yakalandıkları ölçüde öğrenme yetenekleri azalmaktaydı. Yani karşılarına çıkarılan oyuna ne kadar kendilerini kaptırır, sergilenen yaşantıları kendileri de yaşar, duyguları kendileri de duyarsa, olaylar arasındaki ilişkileri o kadar az görebiliyor, öğrendikleri o kadar az oluyor, öğrenilecek şeylerin çokluğu ölçüsünde oyundan alınan sanatsal haz da düşme görülüyordu. Bu bağlamdan yabancılaştırmanın ne’liği ve işlevine değinen Brecht’e göre bir olayı ya da karakteri yabancılaştırmak demek onu bir kez doğallığından, bilinip tanınmışlığından, akla yakınlığından sıyırıp almak, seyircide hayret ve merak uyandıracak bir duruma sokmaktır.
Bu bölümden sonra Brecht’in Köln radyosunda bir söyleşisine yer verilerek bölüm tamamlanmıştır.
Comentarios